Erdoğan ve Trump |
‘Bana ne yapacağımı söyleme’
Davranışsal İktisat’ın kurucu babalarından Cass Sunstein ''On the Intrinsic
Value of Control", adlı makalesine insan doğasının çok ilginç bir yönüne dikkat çekerek başlar ve politikacıların bu durumu göz önünde bulundurarak politika üretmelerini önerir.
Sunstein’in bu argümanını desteklemek için ‘Locke'cu anlayış'a başvurur ve der ki; İnsanlar kontrol altına alındıklarını hissettiklerinde ve kendilerine ‘bir seyi yapmamalari’ söylendiginde, o şeyi bilerek yapmak isteyeceklerdir.
İnsan doğasının bu gerçeği, ‘kontrol etmek ve edilmenin’ psikolojik süreçleri, ve bunun
kamu politikalarına etkileri ABD’de ve İngiltere’deki ekonomistler ve psikologlar tarafından ciddi bir
şekilde araştırılıyor.
Gerçekten de son yıllarda yapılan araştırmalar psikolojinin ekonomi politikaları
içerisindeki yeri ve önemini giderek arttığını ve neden bir olguyu açıklarken psikoloji, siyaset ve ekonomi bilim dallarının hepsine birden başvurulması gerektiğini gösteriyor.
Türkiye’nin içinden geçtiği süreci anlayabilmek için ise tam olarak böyle bir analize ihtiyaç var..
Bu anlamda ‘davranışsal iktisat’ bulgularına dayanarak Erdoğan’ın ne yapmak istediğini yorumlamak daha kolay görünüyor.
Öncelikle, Davranışsal iktisat, klasik iktisat teorisinin insanı rasyonel bir varlık olarak görmesine karşı gelir; tam tersine insan ‘irrasyoneldir’ dahasi karar alma sureclerini etkileyen bir takım kültürel, sosyolojik ve psikolojik faktor vardir ve bu durum ekonomik ve siyasi kararlar alırken hata yapmalarina neden olur.
İşte buradan yola çıkarak neden Trump yönetiminin stratejik bir hata yaparak, daha doğrusu yanlış bir
yöntem izleyerek Türkiye’ye istediğini yaptırmaya çalışması ve bunun neden ‘Yeni Türkiye’ ideolojisi anlatısı içerisinde bir karşılık bulamayacağını anlamak çok güç değil.
10 Ağustos tarihi bir gün…
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın, Dolmabahçe’de Türkiye’nin ‘Yeni Ekonomik Modeli’ni
açıkladığı sıralar…
Trump’ın Twitter üzerinden dalga geçer gibi yaptığı açıklamaya hepimiz şahit olduk:
'Türk lirası, çok güçlü dolarımız karşısında hızla düşerken Türkiye'den gelen çelik ve alüminyum üzerindeki gümrük vergilerinin ikiye katlanmasına onay verdim! Alüminyumda bu oran artık yüzde 20, celikte de yüzde 50. Türkiye ile ilişkilerimiz bu dönemde iyi değil!'
Bu sözler iki ülke arasındaki krizi çok ciddi bir boyuta taşıdı. Keza bunu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, New York Times gazetisine yazdığı Türkiye, ABD ile yaşanan krizi nasıl görüyor? adlı makalede çok net bir şekilde gördük.
Erdoğan, Türkiye ile ABD'nin son 60 yıldır stratejik ortak ve NATO müttefiki olduğunu belirterek, iki ülkenin hem Soğuk Savaş döneminde hem de sonrasında ortak sıkıntılara karşı omuz omuza olduklarını fakat ABD'nin Türkiye'nin egemenliğine saygı duymaması ve milletimizin karşı karşıya olduğu tehlikeleri anladığını ortaya koyamaması halinde, ilişkilerimiz de tehlikeye girebileceğini açıkça belirtti.
Tabii bu süreçten önce yaşanan Brunson krizini de unutmamak gerekir… Erdoğan, bu olayda Trump
yönetiminin Türk yargı sistemine müdahale ettiğini ve Türkiye’ye tehditler savurduğunu belirterek,
ülkenin egemenliğine gölge düşerecek herhangi bir dış müdahalenin kabul edilmesinin mümkün
olmadığını da söyledi.
Tüm bu yaşanan gelişmelere bakarak yapılacak yorum ise siyaset psikolojisi ve davranışsal ekonomi
bulguları içerisinde saklı…
Öncelikle iki ülke arasında yaşanan bu kriz, Trump yönetiminin, Obama zamanında çok iyi kullanılan güçlü iletişim stratejilerinden (duyarlı ve sorumlu liderlik) yoksun olduğunu gösteriyor. Zira ABD’nin ‘ben ne dersem o olur’ tavrı, küresel piyasalarda sesi çıkmaya başlayan oyuncuların ‘bana ne yapacağımı söyleme’ tepkisine neden oluyor.
İşte Sunstein’in, Fransız siyaset bilimcisi Tocqueville’ ye gönderme yaparak açıkladığı ‘özgür olma fikrinin dayanılmaz çekiciliği’ ve insanların özgürlüklerini kısıtlandığını hissettiklerindeki isyan etme durumu yaşadığımız krizi farklı bir boyutta ele almamızı sağlıyor.
Yaşanan bu krizi Türkiye'nin kuralları ABD'de belirlenmiş piyasa sistemine karşı bir isyan etme olarak görebiliriz. Bu da benim de sorduğum neden hiçbir şey yapmadan bekliyoruz ? sorusunu cevaplıyor..
Evet, herkes Erdoğan ve ekonomi yönetiminin neden klasik ekonomi politikalarının önerdiği ‘klasik’ çözüm yöntemlerini – Merkez Bankası’ndan beklenen sert bir faiz hamlesi - devreye sokmadığını merak etti bu süreçte.
Bu noktada Türkiye’deki mevcut yönetimin artık farklı bir dış ve ekonomi politikası izlediği gerçeği görmezden gelindiği belirtmek gerekiyor. Bu anlamda ‘Yeni Türkiye’ ideolojisinin iyi okuması gerekiyor.
Türkiye’nin ciddi bir dönüşüm sürecinde olduğunun bilinmesi gerekiyor.
Dolayısıyla yaşanan son gelişmeler ekonomi yönetiminin beceriksizliği (birçok eleştirmene göre) ile ilgili bir durum değil. Aksine alınan tüm ekonomik kararlar negatif ekonomik sonuçlar doğurabileceği bilindiği halde alındı, alınıyor.
Aysu Biçer
13 Ağustos 2018 -LONDRA