7 Mart 2017 Salı

Starbucks'ın İtalya'daki geleceği


Bilenler bilir... Tam bir İtalya aşığıyımdır. Hayatımın (şu ana kadar ki olan kısmında) en güzel anıları tartışmasız İtalya'da erasmus öğrencisi olarak bulunduğum dönemde geçmiştir...

İtalya denilir akla pizza gelir, İtalya denilir akla pasta gelir, İtalya denilir akla tabii ki de espresso gelir.

Gerçi şu günlerde İtalya denilince aklıma adeta uçurumun kenarında duran bankaları geliyor, zira euro bölgesinin Yunanistan'dan sonra en sıkıntılı ülkesi konumunda İtalya... Umarız tez zamanda ekonomileri düzelir...  Çünkü biz severiz İtalya'yı, insanlarını, kültürlerini ve eşsiz yemeklerini...

Onlar olmasaydı mesela İngilizler ya da Amerikalılar gelişim süreçlerini tam anlamıyla tamamlayamazdı heralde:)  Özellikle İngiltere'de yaşayan insanların karnını bir Türkler, bir Hintliler bir de İtalyanlar sayesinde doyuyor diyebilirim.


Neyse gelelim esas meseleye; kahveye...
Hatırlıyorum; İtalya'daki ilk günlerimde arkadaşlara ya nedir bu "İlly" tabelaları her yerde görüyorum diye sormuştum. Onlarda "dünyaya espresso'yu tanıtan şirkettir, İtalya'nın gururudur" diye cevap vermişlerdi.

İşte bu meşhur markanın 2018'de canı biraz sıkılacak gibi gözüküyor.

 Çünkü geçtiğimiz günlerde Amerikan kahve devi Starbucks'ın Ceosu Howard Schultz bir açıklama yaptı. Dedi ki seneye İtalyan pazarına giriyoruz, ilk dükkanı da Milano'da açacağız...

Bu haberi ilk gördüğümde yani sadece haber başlıklarını okuduğumda bile içimden şunu geçirdim: İyi cesaret !

 İtalyanlar özellikle yeme -içme alışkanlıklarında oldukça gelenekselci bir yapıya sahiptir. Hatta bundan 30 yıl önce Mc Donald's fastfood zincirinin İtalyan pazarına girmesi İtalya'da bir "slow food" hareketini başlatmıştı. Bu  hızlı, ayaküstü yemek alışkanlığına fastfood karşı alternatif olarak geleneksel ve yerel yemek ve yeme biçimlerini, yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı teşvik eden hareketti.

Schultz: "Artık hazırız"

Schultz bundan tam 30 yıl önce Milano'ya ilk ayak bastığında etrafındaki kafe-barlardan oldukça etkilenmiş. Öyle ki bugünkü Starbucks vizyonunun kökleri Schultz'un 80'lerde yaptığı o iş gezisine dayanıyormuş. Kahve dükkanlarında çalışan baristaların işçiliğinden tutun,  yaptıkları kahvenin kalitesine,  İtalyanların düzenli olarak yaptıkları bu ritüel ona ilham vermiş.

Nasıl bir ilhamsa bu bugün 76 ülkede 26 bine yakın Starbucks kahve dükkanını tıkır tıkır işletmeye devam ediyor...

Ama iş İtalya'ya gelince şöyle bir durup düşünmek gerekiyor. Zaten Schultz' da "amacımız İtalyanlara kahve nasıl pişiriliri göstermek değil, onlara kahvenin daha farklı şekillerde de servis edilebileceğini göstermek. İtalyanların kahve mirasına büyük bir saygı duyuyoruz ve inanıyorum ki zamanla onların da saygısını kazanacağız" diyerek çekinceli duruşunu gösterdi.

Schultz önceleri İtalyan pazarına girmek için hazır hissetmediklerini ancak şimdi bunun için doğru zaman olduğunu söyleyerek ilk aşamada, Milano'da 10 ila 12  kahve dükkanının açılabileceği sinyallerini de verdi;.tam olarak bir rakam belirlemediklerini de ekledi.

Starbucks'ın İtalya'ya gelişi nasıl karşılanır?

İşte bu sorunun yanıtı yaş gruplarına göre değişiyor. Tıpki Brexit tartışmalarında olduğu gibi İtalya'da yaşayan gençler bu duruma oldukça pozitif yaklaşıyor.

Gençlerin yorumlarından önce bir hatırlatma yapalım:

İtalya'da bir espresso içmek  2-3 saniyenizi bile almaz. Amaç günün belli zaman dilimlerinde enerjinizi yükseltmektir. Arkadaş otur da iki lafın belini kıralım diyemezsiniz. Adettendir ayakta içersiniz kahvenizi... Ha birde öyle laptopunuzu alıp öyle saatlerce oturamazsınız bu barlarda. Roma'sında bile wi-fi bulunan kafeler oldukça nadirdir. Gerçi biz bir ıslak mendil bile bulamıyorduk;bizim gibi ıslak mendile birden fazla görev atfeden Türkler için zor bir durumdu doğrusu:)

Şimdi tüm bu anlattıklarıma bakacak olursak 18-25 yaş aralığında olan İtalyan gençleri için Starbucks'ın ülkelerine gelmesi güzel bir gelişme. Hatta sadece wi-fi için bile gidilir diyenler var. E tabii bunun bir de gençler arasında yarattığı bir imaj algısı var. Bazı gençler başka ülkelerde gittikleri bu dükkanların kendi ülkelerinde açılmasını gurur verici olduğunu düşünüyor.

Bunların dışında Starbucks'ta satılan kahvelerin boyutları, servis edilme şekilleri İtalyan kahvelerine göre daha gösterişli.. Bu da gençlerin farklılık arayışlarını tatmin ediyor...

"Moka potlar intihar edecek"

"Bir İtalyanın Starbucks'ta içtiği her kahve için, bir moka pot intihar edecek" diyen 70'lerindeki bir amcamız bu durumun İtalyan kahve geleğini yok edeceği görüşünde...

Moka potlar İtalyanların biricik geleneksel kahve pişirme makinesi;)

Hatta Mc Donald's ın zaten yeteri kadar İtalyan topraklarını işgal ettiğini daha fazla Amerikan girişimini istemediklerini söyleyenler bile var.



Yorumlara baktığımızda genelde 50 yaş ve üzeri İtalyanlar konuya daha duygusal yaklaşıyor. Çoğunluk "onlar bizim gibi kahve pişiremez, bizi yakalamaları çok zor" diyerek kızgınlıklarını dile getiriyorlar.

İlginçtir bazı bar sahipleri ise bu durumun rekabeti artıracağı ve daha kaliteli kahve yapma konusunda piyasayı canlandıracağı yorumunda bulunuyor.

Schultz'a göre ise Starbucks'ın İtalya'daki kaderi sadece oraya giden turistlerin değil, İtalyan müşterilerinin de kalbini gerçekten kazanmaya bağlı...

Bitirirken....

Un caffe per favore  ;)






17 Şubat 2017 Cuma

Ülkeleri ülke yapan...

Geçenlerde çok kıymet verdiğim bir hocamın bir dergide çıkan yazısını okudum.  Sevgili hocam Cüneyt Paksoy, "Şirketlerin yöneteceği bir dünyaya doğru" başlıklı bir solukta okunacak, yeni dünya düzenine dair beyin fırtınası yaptıracak bir yazı yazmıştı.

Küreselleşen kapitalizmin ciddi bir sorgulamadan geçtiğini ve bu noktada ileride belki de şirketlerin yönetmeye aday olduğu  yeni dünya düzenine doğru, Trump'ın başkanlığının önemli bir geçiş süreci olduğunu belirtmişti yazısında.

Düşünsenize Trump'ın göçmenler üzerine uyguladığı yasaktan 48 saat bile geçemeden ABD'li kahve devi Starbucks yönetimi özellikle göçmenleri işe alacağını duyurdu.

ABD'nin 45'inci başkanı Donald Trump
Starbucks'ın Ceo'su Howard Schultz, insan haklarının saldırı altında olduğunu belirterek 5 yıla kalmadan 10 bin göçmeni istihdam edeceğini açıkladı.

Yine ev kiralama platformu Airbnb ABD'ye alınmayacak  göçmenler için ücretsiz konaklama sağlayacaklarını duyurdu.

Trump'ın göçmen yasağını takmayanlar arasında  Facebook'un kurucusu Zuckerberg, Apple'ın ceosu Tim Cook, Google'dan Sergey Brin gibi isimler de vardı. Öyle ki Tim Cook kendi personeline attığı e-mailde Apple'in göçmenler olmadan var olamayacağı yazıyordu..

Ülkelerin zenginliğine zenginlik katan şirketlerin artık o ülkenin yönetiminde etkili birer unsur haline geldiğini biliyoruz.  Önceden ülkeler sahip oldukları doğal kaynaklarla daha fazla anılırdı, şimdi ise ekonomilerini geliştiren şirketleri ile...

Bugün Samsung'da yaşanan bir olumsuz gelişme doğrudan Güney Kore milli gelirini etkileyebiliyor.
Vodafone'ın İngiliz ekonomisi için nasıl bir öneme sahip olduğunu ya da BMW'nin Alman ekonomisi için ne derecede değerli olduğunun farkındayız.

İşte bu yüzden dünya ekonomisini anlamak isteyen benim gibi yolun başında olan arkadaşlara dünya devlerini takip etmelerini öneririm.

Mesela bugünlerde dış basın Toshiba'yı çok tartışıyor.. Haberlerde sürekli Japon teknoloji devi Toshiba'da neyin yanlış gittiğine dair değerlendirmeler yer alıyor.

Hal böyle olunca kurcalamakta fayda var diye düşünüp birkaç haber okudum.

BBC'den Karishma Vaswani'nin haberinde ,Toshiba mali raporunu açıklamayı bir ay daha ertelediği ancak hali hazırda 3.4 milyar dolar zarara uğradığına ilişkin bir ön rapor yayınladığı yazıyor. Ayrıca genel müdürünün istifa etmesi falan bazı analistlere "bu daha başlangıç, işler iyice sarpa saracak" yorumunu yaptırmış.

 Japon iş yapma kültüründe zamanlama ve işi doğru yapma kutsaldır. Dolayısıyla analistler  işlerin sanıldığından da kötü gidebileceğini düşünmekle pek haksız sayılmazlar. (japonlarla birebir inşaat işlerinde çalıştığımdan biliyorum, inanılmaz çalışkan ve iş ahlakına sahip bir ırk:))  

Vaswani sadece Toshiba için değil Sharp, ve Mitsubishi gibi şirketlerin de kötü yönetim yüzünden sıkıntı çektiğini ve en önemlisi de devletin batmakta olan şirketleri nasıl olsa bir şekilde kurtaracağına olan inancın sorunun esas kaynağı olduğunu söylüyor.

Bir taraftan da Japonya'da borçlanmanın bedava olduğunu belirten analistler bunun zor durumdaki şirketleri değişime zorlamak yerine kolaylıcılığa alıştırdığını söylüyor. Hatta  Japonya başbakanı Şinzo Abe'nin bu durumu düzeltmeye çalışmadığı için eleştirildiği de belirtiliyor.

Toshiba denildiğinde..

Toshiba denildiğinde çoğu kişinin aklına hala elektrik ürünlerinin geldiğini biliyoruz.
Ancak artık şirket bu işin merkezinde değil. Eski günlerdeki gibi ihraç etmek için  televizyon  üretmiyor ve beyaz eşya işinde de para kaybediyor.
İlginçtir ki son zamanlarda yaşadığı problemler gelirinin yaklaşık üçte birini getiren nükleer hizmetler ticaretinden kaynaklanıyormuş. 2013 yılında beri nükleer işinden bir kar elde edememiş.

Bill Wilson'ın haberinde de ilginç detaylar karşımıza çıkıyor. Buna göre Toshiba 2016 yılında ABD nükleer santrali Westinghouse Electric ( Toshiba'nın ABD'deki iştiraki )tarafından yapılan anlaşmaya bağlı olarak bir defaya mahsus olmakla birlikte ağır bir kayıp yaşadığını bildirerek yatırımcıları uyarmış.

Büyük resimde ise genel olarak dünyada nükleer enerjiye yapılan yatırımların azaldığı ve bu alandaki yatırımların daha çok yenilenebilir enerji alanına doğru kaydığı haberde yer almış.  Bunun major sebeplerinden birisinin de dünya çapında büyük nükleer projelerde  kalifiye işçi eksikliğinden kaynaklanan ağır gecikmelerin olduğu söyleniyor.

Örneğin, ABD'de Westinghouse (Toshiba 2006'da satın aldı), Georgia ve Güney Carolina'da yeni nesil nükleer reaktör üzerinde çalışıyor ancak çalışmalar hem çok yavaş hem de bütçeyi aşan bir şekilde yürütülüyor.

Samsung'dan sonra dünyanın en büyük ikinci çip üreticisi Toshiba'nın nükleer enerji alanındaki kayıplarını bu alandan elde edeceği getirilerle kapatmayı düşünüyor.

Neden konuşuluyor?

Dünyanın Toshiba'yı konuşmasının altında yatan şey aslında yukarıda bahsettiğim konuyla yakından ilgili. Toshiba demek ikinci dünya savaşı sonrası Japon ekonomisinin birebir nasıl geliştiğini anlamak demek. 

Toshiba demek dünyada birçok ülkenin neden genişleyici para politakası uyguladığını ancak buna rağmen ekonominin iyileşemediğini anlamak demek...

Değişimi iliklerimize kadar hissettiğimiz şu günlerde de Japon ekonomisini ve Japonya'yı Japonya yapan  şirketlerin yaşadığı sorunları bilmek genel bir okuma yapabilmek için şart.


Yararlandığım iki haber için buyrunuz

http://www.bbc.com/news/business-38969273

http://www.bbc.com/news/business-38456275





24 Ocak 2017 Salı

Kim bu Timothy Ash ?

Timothy Ash 

Şimdi size ekonomi haberciliği yapanların çok sevdiği birinden bahsedeceğim.

Timothy Ash...

Japon yatırım bankası Nomura'nın eski BlueBay'in yeni gelişen piyasalar stratejisti.

Şu zor günlerde "Yok mu dışarılardan Türkiye ekonomisi ile ilgili 2 çift güzel yorum yapan bir ekonomist"diye gezinirken kendisini aramaya gerek kalmadan tivitleri ile Türkiye ekonomisine Mehmet Şimşek'ten sonra en çok sahip çıkan isimlerden birisi :)



  "Piyasayı algılar yönetir." bu sözü deneyimli  ekonomistlerden sık sık duymuşuzdur. İşte Ash sağolsun Türkiye ekonomisinin geleceği ile ilgili dışardaki algıyı Türkiye lehine değiştirecek analizleri ile yüzlerimizi güldürüyor.

BBC'den tutun, Financial Times'ı, Bloomberg'ine kadar Timothy'nin analizleri yorumları haberlerde yer alıyor. Eee bu mecralardan Türkiye'deki gelişmeleri takip eden dış yatırımcı da olumlu etkileniyor haliyle :)

Ben ona Allah'ın lütfu diyorum :)



 Öyle ki Ash'in 10 Ocak haftası Türkiye hakkında yaptığı yorumlara Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek teşekkür edecekti..

Çünkü o hafta dünya basınında Türk lirasının iyice değer kaybettiği, böyle giderse ekonominin iyice kötüleşeceğine dair tek taraflı yorumların verildiği haberler yayınlanmıştı.

Timothy'de özellikle kamu maliyesi, güçlü bankacılık sistemi, demografik yapısı ve girişimcilik ruhu ile Türkiye ekonomisinin pozitif yönlerinin olduğunu hatırlatan bir tivit atmıştı..


Şimşek'te bu hatırlatma için kendisine teşekkür etmiş, piyasaların bardağın boş tarafına odaklanmış durumda olduğunu söylemişti.

Ekonomi gazetecilerinin Timothy gibi isimleri bulması ve olaylara tek taraflı yorumlayanların aksine bardağın dolu tarafını da gören ekonomistlerin görüşlerini medyada kullanması önemli...


 Buarada Ash'i takip etmek isteyenler için buyrunuz;)  https://twitter.com/tashecon







23 Ocak 2017 Pazartesi

Merkez'in Güncesi


"Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir."

 
Merkez Bankası'nın internet sitesine girdiğinizde anasayfada ilk olarak bu cümle karşınıza çıkıyor.

Evet temel amaç bu: fiyat istikrarı...

Temel araç konusu ise şu günlerin tartışma konusu... Yani Merkez Bankası paranın kontrolünü nasıl yapmalı?  Kimilerine göre faiz silahını sert ve açık bir şekilde kullanmalı, kimilerine göre ise farklı yollardan aynı kapıya çıkmalı:)



Kaynak:TCMB

 Merkez Bankası, ekonomideki son likidite kaynağı olarak piyasalarda bankalara ödünç para veriyor veya bankalardan ödünç para alabiliyor.





Yukarıda gördüğünüz faiz oranları MB'nın piyasaya para verdiği kanallar. En çok dikkat ettiğimiz yani piyasada tartışılanları "borç verme faiz oranları."
 
  Genellikle Para Politikası Kurulu(PPK) toplantıları öncesi, gözler Merkez'in 1 haftalık Repo borç verme  (politika faizinin) üstünde olurdu fakat 2017' nin ilk PPK toplantısında gözler bu 3 faiz oranının hepsinde olacak gibi,  özellikle de Geç Likidite Penceresi'nin.

Bu kadar tartışılmasındaki sebep ise açılış saatinin günün sonuna denk gelmesi, bunun da gün içinde likidite sorunu yaşayan bankaları dara sokabileceği endişesi. GLP'nin para politikası aracı olarak kullanılmasının doğru olup olmadığı tartışılıyor.
  TCMB sözlüğünde GLP : "Geç likidite penceresi TCMB'nin "borç veren son merci" işlevi çerçevesinde, bünyesinde faaliyet gösteren Bankalararası Para Piyasası'nda bankalara TL depo borç verme ve bankalardan TL depo borç alma işlemidir. Geç likidite penceresinde işlemler gecelik vadede ve 16.00-17.00 saatleri arasında yapılır"
 
 Araç konusunda piyasada da kafalar karışık.. 
 
 Merkez Bankası yükselen döviz kuruna karşılık 10-20 Ocak arası aldığı önlemlerin etkisini izlemek adına "bekle-gör" yaklaşımı mı sergeleyecek yoksa bu 3 ayrı faiz oranı üzerinde açık bir değişiklik yapacak mı?  göreceğiz.

MB'nin 10 Ocak'ta aldığı ilk önlem TL likiditesini sıkılaştırarak, döviz likiditesini artırmak olmuştu. Bankalararası para piyasası borç limitini 22 milyar TL'ye çekmişti. 13 Ocak'ta ise bu rakam 11 milyar TL'ye indi. Bankalar ise 1 Ocak itibariyle günlük olarak ortalama 85 milyar TL borçlanıyordu.

Bunun dışında MB, haftalık repo ihalelerini açmayarak bankaları gecelik fonlama ve geç likidite penceresine yönlendirdi.

Merkezin aldığı bu önlemler kurun ateşini az da olsa alsa da, kurdaki hareketlenmenin salt yurtdışındaki gelişmelere bağlı değil aksine  ülke içinde dövize olan talebin artmasından kaynaklandığını anlatan haberler de okuduk. Yani döviz borcu olanlar doların fiyatının iyice artmasından endişelenerek, döviz almaya başlamıştı.  Yani geleceğe dönük kurun iyice yükseleceğini dolayısıyla zarar edeceklerini düşünüyorlardı.

Hatta ünlü kozmetik firması Tekin Acar, yaklaşık 10 avmde şube açma fikrinin kiraları ödeyememe korkusu üzerine iptal etti.

 Döviz kuru, enflasyonu yani satın aldığımız malların fiyatını belirleyen göstergelerden biri olarak kabul ediliyor.  Hal böyle olunca ekonomik aktiviteyi oldukça etkiliyor.
 Hatta yazımın başlığını belirleme konusunda da beni etkileyen ve MB'nin internet sitesinde gezinirken yeni keşfettiğim "Merkezin Güncesi " adlı blogda bu konuyla ilgili Merkez Bankası ekonomistlerinin yapmış olduğu bir analiz var.

Analizde "Döviz kurundan enflasyona geçiş ile ilgili her şartta geçerli olan bir katsayı var mıdır? TL’deki bir birimlik değer kaybı enflasyonu ne kadar artırır?" gibi sorulara cevap veriliyor.
Bir ekonomide ithal girdi-yoğun sektörler ne kadar büyükse kurdan enflasyona geçirgenlik de o kadar fazla oluyor. 
Bir örnek verecek olursak, bugün ihracat gelirimizin içindeki en büyük pay gurur duyduğumuz otomotiv sektörüne ait. Yani üretimde kullanılan ithal girdiler (enerji ve diğer ara malları) yoluyla da enflasyonu etkileyebilmekte. Dolayısıyla kurdaki hareketlik otomotiv sektöründe alınacak yatırım kararlarını, buradan da Türkiye'nin milli gelirini doğrudan etkileyebiliyor.
"Kurdan enflasyona geçiş: Sihirli bir rakam var mı ?"  analizini mutlaka okumanızı öneriyorum. Tıklayın;) https://tcmbblog.org/tr/kurdan-enflasyona-gecis-sihirli-bir-rakam-var-mi/

Sihirli bir rakam olmasa da sihirli bir dokunuşa ihtiyaç var kesin.. Kurdaki bu hareketliliğin piyasada oluşan Türkiye algısı ile yakından ilgisi var. Her ne kadar güvenilirliklerini sorgulasakta (özellikle 2008 krizinden sonra) Fitch gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının kararları yabancı yatırımcıları etkiliyor. Dolayısyla 27 Ocak kararı en az MB kararı kadar piyasayı etkileyecek kuşkusuz...

Bu nedenden dolayıdır ki bazı ekonomistler MB'nin aldığı kararların tek başına yeterli  olmayacağı görüşünde. Zira burada sık sık dillendirilen yapısal reformların acilen hayata geçirilmesi gerekliliği karşımıza çıkıyor ancak sorun tek kaynaklı bir sorun değil.

Abd'de Trump yönetiminin alacağı kararlar, içeride sistem değişikliği ve referandum tartışmaları, sınırımızdaki savaş,  hepsi bu hareketliliğin kaynakları arasında..

An itibariyle Dolar/TL kuru 3.76,  bakalım yarından sonra kurun görünümü ne kadar değişecek?  Merkez yukarıda bahsettiğimiz faiz oranlarını değiştirecek mi? Yoksa pas mı geçecek?

Bekleyip göreceğiz...

Not: Benim fikrim "Merkezin eli kolu bağlı değildir arkadaş!" ;)





 

21 Ocak 2017 Cumartesi

DAVOS: Bir varoluş hikayesi...


Manzaraya bakıp "orada olmak vardı" diyorum..

Aslında orada olmak istememin sebebi ise dünya ekonomisini şekillendiren tüm aktörlerin orada olması.


 Şu oturum odalarında kim bilir neler konuşuluyordur? Madem o odalarda yapılan oturumlara katılamıyoruz. Katılanları takip etmekte fayda var



Küresel çapta şirket ve ülke liderlerinin biraraya geldiği adeta dünyayı avucunuzun içine alabileceğiniz bir yerden bahsediyorum.

Davos'tan....

İsviçre'nin şirin mi şirin bu küçük kasabası Davos her yıl Dünya Ekonomik Forumu'na (WEF) ev sahipliği yapıyor. 

Kısaca bir tarihi kurcaladıktan sonra forumda bu yıl neler konuşulduğunu aktaralım.

Kurucu baba: Klaus Schwab

  Klaus Schwab, elinde tuttuğu kitabın adı   "Sanayi 4.0", geçen yılki forumun sloganıydı aynı zamanda, sonrasında ise bir yıl bu konu tartışıldı medyada.


 Her neyse Schwab, 1971 yılında Avrupa Yönetim Forumu'nu kuruyor. 1987'den bu zamana ise bu isim bugüne kadar gelen ismiyle anılmaya başlıyor:

 Dünya Ekonomik Forumu.

 Her yıl dünyanın nasıl şekilleneceği soruları işte bu platformda tartışılıyor.

Geçen yılki forumun teması  ‘Dördüncü Sanayi Devrimi’ idi. Ancak terör ve mülteci krizi endişesi organik tema olarak karşımıza çıkmıştı. Evet öncelikle dünyanın tartışmasını istedikleri konuları masaya yatırıyorlar ( yani biz gelişmiş ülkeler deli gibi icat çıkarıyoruz;) teknoloji üretiyoruz, siz gelişmekte olanlar bizim ürettiğimiz bu ürünleri kullanıverin işte..

 Robotlar üretiyoruz, niye mi? İnsan gücümüz yok. Sizin en büyük silahınız insan kaynağınızdı ama bakın dronelardan ordu kurduk ordu!!! demiyeceklerdi tabii ;) verimlilik diyeceklerdi;100 kişinin yapacağı işi daha iyi yapacak, aksırmayacak, öksürmeyecek, rapor almayacak, tatil yapmayacak yeni üretim girdisi sunuyorlardı... Emek zaten robotlaşmıştı ama bari midesine inecek ekmeği boğazından almasaydınız arkadaş!

Gelelim bu yılki foruma... Şimdi yazmaya  yeni başlayınca  bu seneki forumu tabiri caizse "alıcı gözüyle" takip etmeye çalıştım. Nasıl takip ettin diye soracak olursanız  Davos Zirvesi'nin resmi web adresinden 4 gün boyunca canlı canlı verdiler oturumları. https://www.weforum.org/events/world-economic-forum-annual-meeting-2017 tıklamamız yetti.

Forumun ana teması “Responsible Leadership” (Duyarlı ve Sorumlu Liderlik) sanki inceden inceye başta Trump'a sonrasında ise, başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde iktidara gelme ihtimali olan ırkçı ve özellikle ekonomide korumacılık politikası izleyecek olan liderlere "gel etme eyleme,duyarlı ol, uçuruma sürükleme, dışlama,kapsayıcı ol, dahil et" mesajını veriyordu.

İlkler önemlidir...

Şi Cinping
Açılış konuşmasını Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in yapması  ise oldukça manidardı.. Cinping korumacılığa hayır derken, ne kadar samimiydi bilinmez ama son yıllarda büyüme hızını kaybeden Çin ekonomisi "açın önümüzü daha hızlı büyüyelim" mesajı veriyordu..

Burada ilginç olan nokta şu, liberalizmin, "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" şiarinın doğduğu ülkelerin bugün kendi içlerine kapanma arzularının ortaya çıkıvermesi...

Ve bunu bu foruma ilk kez katılan , sözde komünist Çin'in lideri Cinping'in dilledirmesi.. Öyle ki Şi'nin konuşması Amerikalı siyaset bilimci Henry Kissinger tarafından tarihi öneme sahip bir gelişme olarak nitelendirildi.

Theresa May
Geçen yıl ile bu yıl arasında bariz farklar var. Yani 2016' da kimse Brexit'in olacağına, ya da Trump'ın ABD başkanı olacağına gerçekten inanmamıştı. O yüzden bu seneki forumda en çokta Theresa May'in  nasıl bir konuşma yapacağına dikkat kesildim...

May'i dinlediğinizde illa anlamanıza da gerek yok sadece dinlediğinizde ne kadar iyi bir hatip olduğuna kanaat getirebilirsiniz.

 Birleşik Krallık tarihinin 2. kadın başbakanı, İngiltere'nin yeni demir leydisi.. Zirvede yapacağı konuşmaya çok iyi hazırlanmıştı kesin.  Zira bunu kullandığı her kelimelerin her bir vurgusunun farklı olmasından bile anlaşılıyordu.

May'in hemen hemen 20 dakika süren konuşması 2017'de nasıl bir Britanya göreceğimizi az çok özetledi: Make Britain Great Again!

 "Küreselleşme iyidir candır ama bizim bildiğimiz küreselleşme risk altında ey ahali!  Liberalizm, serbest ticaret bunların altı oyulmaya başladı."diyen May bir nevi neden AB'den çıktıklarına da açıklık getiriyordu. Yani bundan sonra neyi ne kadar alacağımıza, neye ne kadar fiyat biçeceğimize biz karar veriyoruz diyordu.

"Yani müteffiklerle ticari ilişkilere devam ama kuralları ben koyarım mantığı"

May, İngiltere'nin yeni endüstriyel stratejisinin daha çok serbest ticaret anlaşmalarına dayalı olacağını,  Yeni Zellanda, Avustralya gibi ülkelerle yeni anlaşmalar imzalayacaklarını da belirtti.

 Meraklılar için May'in tarihi konuşması https://www.weforum.org/events/world-economic-forum-annual-meeting-2017/sessions/special-address-by-theresa-may-prime-minister-of-the-united-kingdom

  Deliliğe Övgü : JACK MA !
Bana deli Jack derler,deliyiz ama aptal değil:)


WEF'in sitesinde gezinirken Jack Ma'nın  bir röportajına rastladım. 
 Kim bu Ma?
Alibaba, Asya'nın en büyük sanal alışveriş platformunun kurucusu, dünyanın en zengin Çinli iş adamlarından biri.
Neden bu adamdan bahsediyorum?
Çünkü geçtiğimiz günlerde kendisinin Trump ziyareti kamuoyunda geniş yankı uyandırmıştı. Malumunuz Çin- ABD arasında ticaret savaşları başlar mı başlamaz mı tartışmalarının arasında bu ziyaret ne alaka şimdi falan gibi görünüyordu. Ammaa her zaman olduğu gibi "money talks" ;)

Ma o röportajda ABD ekonomisi ile ilgili ilginç değerlendirmelerde bulundu. https://www.weforum.org/agenda/2017/01/jack-ma-america-has-wasted-its-wealth?utm_content=buffer05003&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer 

Videonun başlığı da ilgi çekiciyi "Ma Trump Tower'ı ziyaret ettiğinde neyi öğrendi?"

"Bence Trump'a biraz zaman vermeliyiz. O dinlemesini bilen, açık görüşlü biri. Savaş çıkarmak çok kolay fakat bir savaşı durdurmak en zoru hatta bazen bu imkansız bile olabilir. Bence ABD-Çin arasında asla ticaret savaşları yaşanmayacak." diyen Ma sanıldığının aksine ticari ilişkilerin 2017 yılı içinde iki ülke içinde iyi olacağının öğrenmişti galiba.

"Ne kadar iyi bir strateji olursa olsun, kendi halkınıza para harcamanız gerekir"  diyordu Jack...

Ma'ya göre ABD geçtiğimiz 30 yıl içinde servetini anca savaş yaparak harcamıştı. Bu zaman içinde yapılan 13 savaşa toplamda 14 trilyon dolar yani hemen hemen bir ABD kadar daha para dökülmüştü. ( ABD GSYH'si 18,5 trilyon dolar civarında)

O da küreselleşmenin güzel olduğunu ancak bundan herkesin eşit ölçüde yararlanması gerektiğini söyleyerek korumacılığa karşı duruşunu sergilemiş oldu.

Buarada Çin önümüzdeki  5 yıl içinde  denizaşırı ülkelere yaptığı yatırımlardan 750 milyar dolar daha ek gelir elde etmeyi bekliyor (  yani Türkiye'nin GSYH'na yakın bir rakam), hatta bunun Çin'e gelen yatırımları da geçeceği düşünülüyor. Yani Çin büyümeye ve açılmaya devam etmek istiyor;) https://www.weforum.org/events/world-economic-forum-annual-meeting-2017/sessions/overseas-strategies-pivot-to-china


Yine Hindistan ekonomisi ile ilgili yapılan oturumlar dinlemeye değerdi...

Ülke son zamanlarda yaptığı para takası ile sıkıntılı günler geçirse de bu Hindistan ekonomisinin 2017'de kötüleşeceği anlamına gelmiyor.

Not:Ekonomisini yolsuzluklardan korumak için 500 ve 1000'lik rupileri piyasadan kaldıran Hindistan başbakanı Narendra Modi'nin para swapının uygulanmasını açıklaması sonrasında, dolaşımdaki nakit miktarı Hindistan'da 17,7 trilyon rupiden (260 milyar dolar) 9,2 trilyona (135 milyar dolar) neredeyse yarıya inmişti. Bunun da Hindistan ekonomisini dara sokacağına inanılıyordu.


Aksine BRICS'in (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Affica) en güçlü üyesi olan Hindistan, kırsal alanlardaki tarımsal üretim ve tüketim sayesinde  küresel bir oyuncu olarak yola devam edecek.

2017-18  arasında yüzde 7,5 oranla büyümesi beklenen  Hindistan, hala en hızlı büyüyen G20 ekonomisi. Bunu ben değil OECD, Dünya Bankası raporları söylüyor. ;)

Dikkatimi çeken konulardan bir tanesi de "Gizlilik alınıp satılabilen lüks bir mal mı olacak?" başlıklı oturumdu.

Bu oturumda genel olarak günümüzde gizliliğin çok az bir şekilde korunduğunun ve siber güvenlik sistemlerini geliştiren ülkelerle, geliştiremeyenler arasında ekonomik gelişme anlamında belirgin bir boşluk oluşacağından bahsedildi.

Oturumda 2025 yılına kadar bilgiye sahip olan ve bunu yöneten ülkelerin dünyada söz sahibi olacağını açık bir şekilde dile getirdi katılımcılar ;)  Data oluşturmak ve yönetmek kulağa hoş geliyor;) buyrunuz tıklayabilirsiniz https://www.weforum.org/events/world-economic-forum-annual-meeting-2017/sessions/what-if-privacy-becomes-a-luxury-good-davos-2017



Vee Türkiye... "One Minute" olayı ile forum tarihinde unutulmayacak bir yere sahip, her seferinde her platformda İNSANLIK dersi vermeye çalışan, "coğrafya kaderdir" cümlesinin en çok hakkını veren 2016'da başına gelmedik  kalmayan caaanııım ülkem...
Keşke, "2025'e kadar insanlığın öldüğü ve zirve yapacağı ülkeler" başlıklı bir oturum yapılsaydı da dünya canlı canlı o oturumu takip etseydi ;)


Buarada,WEF'in search kısmına "Turkey" yazdığımızda karşımıza “G20 Gündemi: Yeni Büyüme Yolu Planlaması”, “Suriye ve Irak: Anlaşmazlığı Bitirme” ve Türkiye için özel düzenlenecek “Türkiye Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'le Sohbet” başlıklı videolar çıkıyor.

Türkiye maalesef gelişmekte olan ülkeler içinde negatif ayrışıyor şu günlerde...

Diğer ülkeler inovasyon, teknoloji,yazılım, data, robot falan derken özellikle dış yatırımcıların sözüne oldukça itibar ettiği Mehmet Şimşek de realist bir tutumla Türkiye'nin hakkının verilmesi gerektiğini savunuyor.

Yani diğer oturumlarda neler konuşuluyor?  Çin ve Hindistan gibi aynı kategoride yer aldığımız ülkeler zirvede parlarken bizim onların gölgesinde kalmamız, Türkiye'nin hak ettiği konum kesinlikle değil :( https://www.weforum.org/events/world-economic-forum-annual-meeting-2017/sessions/syria-and-iraq-ending-the-conflict 

Davos'ta üzerinde durulması gereken daha birçok konu konuşuldu, tartışıldı.

 Yazmak istediğim ama yazının makaleye dönmesinden korktuğumdan ele alamadığım başka başlıklar da var.  (IMF Başkanı Christian Lagarde, ABD eski başkan yardımcısı Joe Biden ve Google'ın kurucusu Sergey Brin'in yer aldığı oturumlar da dikkat çekiciydi.)

İlgimi çeken birkaç konu üzerinden sizin de dikkatinizi Davos'a çekmeye çalıştım.


2017' de bu zirveden çıkan başlıklarla ilgili daha çok haber okuyacağız gibi...